22 Şubat 2011 Salı

seni seviyorum, farkında mısın?


Mısra. Hayatımdaki en önemli karakter. İrem'in kızı, daha 3 buçuk yaşında. Bu sabah bakıcısıyla şöyle kavga ediyordu,

- Defne hala neden uyanmadı?
- Defne denmez Mısra'cım, Defne Teyze demen gerek
- Yaaaa nedeeeeen? Annem hep Defne diyo onaaaa
- Ama o anne, onlar yaşıt, sen teyze demelisin
- Hayır! Defne dicem! o benim ennnnn yakın arkadaşım!

Gülümseyerek açtım gözümü. "Kuka!" (benim ona taktığım ad) diye bağırdım. 5 saniye sonra üzerimde 17 kilo ekstra bir ağırlık bütün vücuduma eşit oranda öpücükleriyle mutluluk dağıtıyordu.

-Defneeee, seni çok seviyorum, farkında mısın?

Böyle olmalıydı bütün iletişimimiz. Herkes farkında olmalıydı biri tarafından sevilmenin. 3 buçuk yaşında gibi sevmeliydik birbirimizi. Huzur vermeliydik, haddimizi bilmeliydik. Olmadı olamadı, birbirimizle bitmedi derdimiz.

Eğitmenlik yaptığım beş sene boyunca ilkokul çağındaki çocuklardan öğrendim ne öğrendimse. 6 yaşında sınıfa ilk girdiklerinde yaşadıkları paniği, "ee şimdi ben kimden süt isticem" karmaşasını, sınıftaki tek büyüğe duydukları sevgiyi, ihtiyacı, koşulsuz güveni gördükçe ne biliyorsam acilen unutup, onlarla yeniden öğrenmeye çalıştım. Öğrenmedeki hızlarına yetişmek mümkün olmuyordu. Nedeni yine koşulsuz sevgilerinden kaynaklanıyordu. Büyük bir ciddiyetle dinleyip, lisedeki abilerinin soramayacağı kadar zekice sorular sorup, dersin sonlarına doğru "biz sıkıldık bitir artık" diyebilecek kadar dürüst olabiliyorladı. Kucağımda büyüdüler hepsi. Şimdiyse lise son, üniversite öğrencisi oldular. Artık o kadar saf değiller, sevgilileri var kasıp duruyorlar kendilerini. Oyunlar, taktikler, aşk acıları. Bitmiyor dertleri.

Maalesef yetişkin oldular.

Ama bana o kadar iyi geldiler ki. Her zaman her şeye evet demeye teşne karakterim, gerektiğinde hayır demeyi öğrendi onların sayesinde. Etrafımda kimsenin olmadığı kadar net ve açık konuşur oldum. Çünkü net olmak çok kolaydı. Söyleyeceğinizi söylüyordunuz ve bitiyordu. "Ödevini neden bitirmedin'"in cevabı çok rahatlıkla "top oynadım" olabiliyordu. Gayet net işte! Çocuğun canı top oynamak istemiş. Bundan daha güzel sebep mi olur? Bu her ne kadar bana ekstra 1 saat çalışma demek olsa da etüde kalmayı da göze almış. Hiç kırmadım netliklerini, korkutmadım ki yalan söylemesinler. "Tamam o zaman ben de top oynicam, derse gelmicem" dediğimde kıkır kıkır gülerek "sen top oynayamazsın" diye bağırdılar. O dersin son 1 saati bahçede maç yaptık. İnanın en çok ben eğlendim. Sonraki saat müdürün odasında kavga ediyordum ama olsun.

O yüzdendir ki bütün çocukların en yakın arkadaşı olurum. Çünkü onlara ihtiyacım var. Siz yetişkinlerin yanında sıkılıyorum bir zaman sonra. Sizinle paylaştığımız her şey bu dünyanın halleri oluyor çoğunlukla. Halbuki benim saçma sapan çığlık atıp gülmeye, barbi bebeklerin saçlarını yıkamaya, boyama kitaplarına, masal kitaplarına, dibi olmayan hayal dünyamın içine dalmaya ihtiyacım var. O dünyada keşfedilmemiş adalar, hiç bulunmamış hazineler, birbirlerine kavuşmuş prens ve prensesler, rengarenk balonlar, bir sürü öpücük ve kahkaha var.

O 17 kilonun içinde kocaman bir dünya var, gez gez bitmiyor.

O beni 3 buçuk yaşındaymışım gibi seviyor, farkındayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder