4 Aralık 2013 Çarşamba

ç i v i

yeni çarşaflar seriyorum yatağa
ayaklarımı sağlamlaştırıyorum çivilerle 
aritmetikle çözülen hayatın
bendeki anlamını yeni bir formülle
tekrar deniyorum 
iki kolumun açıklığı kadar yaşayabilirim
ancak bir film karesini sevebilirim
sen sevebildin mi kareni? 
kocaman bir adım daha kalmışken
bazıları döner
bazıları sessizce fısıldar
bazıları avazlanır 
ben kendimi çiviliyorum yatağıma
ensemdeki delik büyüyor
kapkara üzüm tanesine başımı yaslayıp ağlıyorum
ve
çam balı kokuyor her yer
odanın parkelerinde gözüm
kocaman bir göz avucumun içindeki 
bütün duvarları gösteren ayna avucumdaki Fatima
yeni bir formül arıyorum
çöldeki kurbağanın mesanesinde yaşam 
yeni bir formül arıyorum
göz giderek büyüyor
vardığım yer siliniyor
başladığı yere geri dönüyor her şey
ve
çam balı kokuyor her yer

yeni bir formül deniyorum
geri dönüyorum

6 Haziran 2013 Perşembe

ölen ben, öldüren benden

bugün 10. gün. yorgunuz. garip bir şekilde 10 gün önce ne yaptığımızı, ne konuştuğumuzu, nasıl yaşadığımızı hiç hatırlamıyorum. konuşulan sadece yanan Ankara, gözaltına alınan İzmir, köşeye sıkıştırılan Rize ve binlerce insanıyla Gezi Parkı.

herkes dayan diyor, herkes diren diyor birbirine.

arada unutuyorum; "ne içindi bütün bunlar?" çünkü çok hızlı büyüdü, başka bir şeye dönüştü bütün bu direniş. sonra hatırlıyorum.. "hah! tamam ağaçlar" gezinin yaşlı ağaçları. o yüzdendi..

arada gidiyor kafam, hiç sakin olamıyorum, duramıyorum. artık korkmuyorum da. ilk başlarda ölüyordum korkudan, sonra geçti. lobna korkutmuştu beni, yani ona olanlar. çünkü o sabah işe gitmek zorunda olmasaydım büyük ihtimal onun yanında oturacaktım. insan gider hep de en yakın gördüğünün yanına çöker ya, güç alsın diye. sonra pişman oluyorum bu söylediğime, "keşke kalsaydım, keşke yanında olsaydım. belki daha hızlı yetiştirirdim hastaneye."

lobna'yı ilk gördüğümde; -internetteki videosunu diyorum- başka birini seyrediyorum sandım. saatler sonra onun benim tanıdığım insan olduğunu anladım.

o fotograf hep hafızamda kalacak.

şimdi başka şeylerden korkuyorum. insanlar yorgun. moralleri yüksek ama yorgunlar. günlerdir evine gitmemiş insanlar var. hepimiz günde 3 saatten fazla uyumuyoruz. ve herkes yanımızda olsun istiyoruz. böyle bir şey olmayacak ama bu da bizi kırmayacak. hükümet bu direnişi bütün muhalefet partilerine teker teker hediye etmek istedi ama kimse bu hediyeyi kabul etmedi. kimse "evet biz destekledik" demedi. herkes bu bir sivil direniş diye bağırıp durdu. yani bireysel olarak direniyoruz. tekten tüme varımla. yani kocaman bir birey var ülkede. dev gibi.o zaman bize evinden destek veren ya da olaylar biraz yatışınca dışarı çıkmaya cesaret eden, desteklemeyen, pasif kalan herkese selam çakıyor olmamız gerekir. kim nerden nemalanıyor bunu araştırmak yerine, kendimize ve o yarattığımız güce güvenip bunları hiç düşünmüyor olmamız gerekir. çünkü bundan nemalanacak buna cesaret edecek kimse yok. buna izin verilmeyeceğini muhalefet gördü, herkes de görür bence.

içimden hep "iyi şeyler olacak" diye tekrarlıyorum ama gönlümün almadığını kafam hiç almaz benim. olanları kaldırmıyor ne midem, ne kalbim ne de kafam. polisi sanki yurtdışından ithal etmişsin gibi, o kadar acımasız, o kadar sinsi. bütün taktikleri öğreniyoruz, Çarşı yardım ediyor, Çarşı, Gezi'nin abisi. kocaman kalpli, hafif atarlı, komik abisi. herkes onlara güveniyor.

ne kadar fazla şey yüklendik hepimiz.

hiç olmaz dediğimiz şeyler olmaya başladığında yani mesela müzisyenler birer combat'a dönüştüğünde, en sakin insanların öfkesini duymaya, koklamaya başladığınızda bir tırsma geliyor. ezberin bozulurken elin ayağın da boşalıyor. sonra kendiliğinden çöp toplayan, yemek dağıtan, her şeyini paylaşan insanların arasında bir harikalar dünyasının içinde olduğunu görüyorsun. "bu gaz bir harika dostum" diyerek gülümsüyorsun, tırsman da geçiyor. fakat şimdi ne direnişten önceki hayatım ne de bu süreç gerçek gelmiyor bana.

ve;
türk polisi, türk vatandaşlarının üzerine zehir sıkıyor, hala! böcek gibi.

eylem hakkını kullanan silahsız halkına saldırtılan, günlerdir aç bırakılmış kaplanlar gibi üzerimize salınan polis, taksim, kızılay,gündoğan,hatay, ve bir çok meydanı gladyatör arenasına çeviren biri var. halkını meydana toplayıp üzerine gaz bombaları yağdırtan biri var.

başımızda bir başkan değil bir deli var!

ama öyle bir birleştirdi ki bizi, sağolsun, var olsun. adam evine giren karasineğe böcek ilacı sıkamaz oldu. kendi yedi çünkü o böcek ilaçlarını. "boşver" diyor "vız vız der gider."

iyi kalpli devlere dönüştük hepimiz.

silahsız siviller olarak;
ağaçları koruyoruz. yaşam hakkımızı, özgürlüklerimizi koruyoruz. bunun için ölüyoruz, öldürülüyoruz. çok üzülüyorum, aklım almıyor dediğim şey Çarşı'nın dediğiyle aynı.
çünkü
"ölen ben, öldüren benden."

var mı daha kötüsü?


3 Haziran 2013 Pazartesi

çantamın içinde isyan

Bugün 7. gün sanırım. Yanılıyor da olabilirim. Kitap okuyarak, ağaçlara renkli kumaşlar asarak, sessizce başlayan direnişimiz hızla yayıldı. Tıpkı ağacın dalına değen tek bir kıvılcım gibi.

Yandık,
hepimiz yandık.

O kadar az uyuyoruz ki, artık kafam allak bullak. Düşünmekten, üzülmekten, mutlu olmaktan, korkmaktan, bir adım daha cesaret etmekten yoruldum. Değişimimiz büyüleyici, çok güzel, uyanışımızın şiddeti uyuduğumuz zamana oranla inanılmaz sakin, dengeli ve insan!

Günlerdir dayak yiyoruz. Devlet çocuğuna tecavüz eden psikopat bir baba gibi davranıyor. Her zaman sert bir babaydı, despottu falan ama bu başka bir şey artık. Şikayet edecek bir merci de olmadığına göre biz;

7 günde vatandaş olduk.
5 günde direnişçi olduk
Biz halk olduk!

Ben kendi adıma bir teşekkürü borç biliyorum devlete. Devletim diyemem kusura bakmayın, ben onu babalıktan reddettim!

İnanın bundan önceki hayatımı hatırlamıyorum neredeyse. Bu yorgunluktan olabilir. Gerçek hayat buymuş gibi geliyor. Çantamın içindeki sirkeli su, pamuk, maske, deniz gözlüğü, süt, talcid-su karışımı hep vardı sanki. Biraz diplerde kalmış da ihtiyaç anında biraz çantamı karıştırınca bulmuşum gibi.

Biz "aman kızım kalabalık varsa bomba olabilir, girme kalabalık yerlere" jenerasyonuyuz. '68 Kuşağı ailelerimizin cop tadını bilmelerinden dolayı daha korumacı bir tavırla yetiştirildik. Düşündüğünü söyleme, çok kalabalık yürüme, slogan atma, sakın bağırma, polis öcü, asker güvenli. Buradan tek doğru çıktı; bu nasıl polis? Bu ne gaddarlık? Kimse bana "polis de emir kulu demesin". Güvenlik güçlerinin yasaya aykırı güç kullanmaları emredildiğinde o emri uygulamama hakları var. Hak bile değil zorunlulukları var. Yani yasa diyor ki; "baştakiler kafayı yerse insiyatif emir alana geçer". Yani diyor ki; siz de vatandaşsınız, zorbalık gördünüz mü, bırakın.

Polis anayasa biliyor mu? Haklarını biliyor mu? Biz vatandaş olarak daha yeni öğreniyoruz da. Eğer biliyor da hala bunu yapıyorsa, tüm ülkenin laneti onların üstlerinde bunu da bilsinler.

Neden yazıyorum bunları?
Çünkü;

Halk
Kitap okuyarak, anayasadaki potesto eylem haklarını kullandı
Polis kalkanlarına dayanıp kitap okudu
Polise kitap okudu
Gazdan etkilenen polislere su verdi
5 gündür kafalarına bomba yiyenler hala silahlanmadı
Çatışma bittikten sonra ellerinde çöp poşetleri etrafı temizledi
Taksim, İstiklal Caddesi ve Gezi Parkı milyonlarca insana rağmen tertemiz. Hem de hiç olmadığı kadar.

Polis
Öldürmek için saldırdı
Ablukaya aldı,
Evlerin içlerine bomba attı
Meydana "çekiliyoruz" diyerek insanları toplayıp gaz bombası fırlattı
Tarihi geçmiş gaz bombalarını üzerimize saldı
Ambulansların geçişine izin vermedi
Camiiye bomba attı
Panzerle insan ezdi,
dövdü,
öldürdü.

Vali
"Orantısız güç kullanımı olmuş olabilir" dedi

Belediye Başkanı
"Biz oraya valla çok güzel şeyler yapıcaz, anlatamadık kendimizi demek ki, hay allah niye böyle oldu ki" dedi

Başbakan
Halkı için;
"Bir avuç çapulcu
Marjinal (ne demek desen açıklayabilir mi acaba)
Doğaya tapan pagan (en çok bunu seviyorum)
Ayyaş ve
Provakatör" dedi

Medya
(Halk TV ve DHA dışında)
".............." dedi

Ben
Bu insanlar ne zaman çöplerini yere atmayacak
Bu insanların hiçbir şey umurlarında değil
Bu insanlar dinlemeyi bilmiyorlar
Bu insanlar bir araya gelemiyorlar
Çarşı, FB, GS birbirlerinden nefret ediyor
Göztepe, Karşıyaka taraftarları iki dünya bir araya gelse aynı yolda yürümez
Bu insanlar sıraya girmeyi bilmiyorlar
Bu insanlar yardımlaşmayı bilmiyorlar
Bu insanlar vatandaş olamıyorlar, dedim.

Çok özür dilerim hepinizden kendi adıma. Siz benim tanıdığım en güzel halksınız. 5 gündür birlikte verdiğimiz mücadeleye, elinizdeki çöp torbalarına, her ne kadar sevmesem de bayraklarınıza, attığınız sloganlara, girdiğiniz kollara, doktor lazım çığlıklarınıza, talcidli su hazırlayan ellerinize, tanımadığınız insanlara sarılmanıza, öfkeli suratınıza, ağlayan gözlerinize, uykusuz gözlerinize, ışıl ışıl gözlerinize, biber gazından yanmış yüzünüze, umudunuza, korkunuza, aklınıza, kalbinize, hala sapasağlam duruşunuza, açtığınız kapınıza, aşağıya attığınız limona, erzak yardımlarınıza hayranım. İlk defa kocaman bir kalabalık içinde kendimi bu kadar mutlu, bu kadar güvenli ve bu kadar bir yere ait hissediyorum.

Her zaman çekip gitme duygusu çok baskın olan ben, hiçbir yere gitmek istemiyorum! Yerim yurdum sizin yanınızdır.
Bugün yine Gezi Parkı'nda, İzmir'de, Ankara'da, Adana'da, Denizli'de, Antalya'da ve iyi ki ülkemdeyim.

Artık "öteki"nin esamesinin okunmadığı bir yerdeyim. Çantamda isyan var.

Uyanınca hepimiz çok güzel görünüyoruz.












29 Nisan 2013 Pazartesi

başka bir yerde



Yol kıymet bilmez. O sadece devam edebilene veriyor kendini.
Başka bir yerde olsak;
Çarşafların beyaz, duvarların hiç, denizin mavi, gökyüzünün sıcak olduğu bir yerde, şimdiki, geride kalan olabilirdi.  O zaman sadece ellerimize bakardık.
“Olur mu” diye sordum,
“iyi böyle” dedi.
Delik o kadar geniş ki, artık bir delik bile değil. Kapatamıyorsun, anladım. Ama alkolün kaygan zemininde sürekli içine düşmemeyi becerebilir misin?
“Bilmiyorum.”
Ne istemediğini bilenden daha kötüsü, ne istediğini bilirken cesaret edip de bir türlü elini uzatamayandır.
“kalkacak mısın yerden?”
“hayır”
Yol bilmeyecek o zaman seni.
O sadece devam edene veriyor kendini.

3 Nisan 2013 Çarşamba

susmuk


dilim dönüyor ağzında. 
içine bağıran bir kadın, ne kadar kırabilir kalbini 
sol omuzumdaki çürük nereye kadar sürdürebilir yolunu

acı susar 
kibir konuşur. 
midenden bir aşağısı kibir
ve kibir mide bulantısına varan bir köprü. 

içinde durduğun boşluk dolmuyor
her gün biraz daha taşlaşıyorsun
her gün biraz daha o boşluğa yakışıyorsun


neden diye sormadım
tersten okunuşu aynı olan bir soruyu 
soramaz hiçkimse

o yüzden

yutkunuyorum bir süredir
boğazımdan kalbime akıyor zehir

acı susar
kibir konuşur
midenden bir aşağısı kibir
ve
kalbinden midene akıyor zehir

olmayacak
biliyorsun.

23 Şubat 2013 Cumartesi

veda

Hiç beceremem. Öyle ki; evden giden misafirleri bile zorla geçiririm kapıdan. Yerimden kalkmak istemem. Mesela benimle yürüyorsunuz, az sonra ayrılacak yollarımız, ben bütün sizinle yürüdüğüm yol boyunca nasıl vedalaşacağımızı düşünürüm. "Acaba, öpecek miyiz birbirimizi, yoksa hadi görüşürüz deyip hiç değmeyecek miyiz birbirimize? Sarılmak ister de bana ya kaldırım çok kalabalık olursa itip kakarsa insanlar bizi?"

Veda benim için çok zor konu.

Dün gece bana yakın birini kaybettim. Ölümlere de bağışıklık kazanıyor ya insan; uzun zamandır biri ölmeyince o bağışıklıktan eser kalmıyormuş. Unutmuşum kayıpların bir garip can yaktığını, haberi ilk duyduğunda beline bıçak sokulmuş gibi yerinden zıplattığını. O isyan/kabulleniş anının uzun olduğunu.

Unutmuşum veda edemediğimi, etmeyi bilemediğimi. Sırf bu yüzden ölüme karşı duruşumun yabani ve düşmanca olduğunu.

Bu yüzden rüyamda ölülerime çay yapıyorum, kahve falları bakıyorum. Üç vakte kadar göreyim diye onları.

Uğurlamak ne kadar güzel bir kelime halbuki. Uğurlar, ışıklar ve iyi dualar eşliğinde gönderebilmek birini. Bir boşalma, boşaltma hali. İyi niyetli, iyi dilekli, iyi bir şey uğur'lamak... Kendinden bir parça hediye etmek gibi. Bir saniye sonrasını göze alabilme hali veda. Yaşamayı ölüme denk getirme hali.

Ama siz yine de benimle vedalaşmayın. Bir de garipsemeyin; kapıya kadar uğurlamıyorsam sizi bu gitmeyin istediğimdendir.

Durun durduğunuz yerde!