23 Şubat 2013 Cumartesi

veda

Hiç beceremem. Öyle ki; evden giden misafirleri bile zorla geçiririm kapıdan. Yerimden kalkmak istemem. Mesela benimle yürüyorsunuz, az sonra ayrılacak yollarımız, ben bütün sizinle yürüdüğüm yol boyunca nasıl vedalaşacağımızı düşünürüm. "Acaba, öpecek miyiz birbirimizi, yoksa hadi görüşürüz deyip hiç değmeyecek miyiz birbirimize? Sarılmak ister de bana ya kaldırım çok kalabalık olursa itip kakarsa insanlar bizi?"

Veda benim için çok zor konu.

Dün gece bana yakın birini kaybettim. Ölümlere de bağışıklık kazanıyor ya insan; uzun zamandır biri ölmeyince o bağışıklıktan eser kalmıyormuş. Unutmuşum kayıpların bir garip can yaktığını, haberi ilk duyduğunda beline bıçak sokulmuş gibi yerinden zıplattığını. O isyan/kabulleniş anının uzun olduğunu.

Unutmuşum veda edemediğimi, etmeyi bilemediğimi. Sırf bu yüzden ölüme karşı duruşumun yabani ve düşmanca olduğunu.

Bu yüzden rüyamda ölülerime çay yapıyorum, kahve falları bakıyorum. Üç vakte kadar göreyim diye onları.

Uğurlamak ne kadar güzel bir kelime halbuki. Uğurlar, ışıklar ve iyi dualar eşliğinde gönderebilmek birini. Bir boşalma, boşaltma hali. İyi niyetli, iyi dilekli, iyi bir şey uğur'lamak... Kendinden bir parça hediye etmek gibi. Bir saniye sonrasını göze alabilme hali veda. Yaşamayı ölüme denk getirme hali.

Ama siz yine de benimle vedalaşmayın. Bir de garipsemeyin; kapıya kadar uğurlamıyorsam sizi bu gitmeyin istediğimdendir.

Durun durduğunuz yerde!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder