30 Nisan 2011 Cumartesi

Gölge

Bir oyun yazıyorum, senelerdir bitemiyor. 2008 yılında bitirmiştim Berlin'de ama 2009'da bilgisayarımın azizliğine uğrayıp tamamen silindi. Tabii ki back up almamıştım. O tiyatro oyunuyla birlikte tam 350 adet yazım gitti bir saniye içinde. Temizlendin dedi herkes. Bense felç geçirdim, hayatımın en önemli bölümü silindi, hiç de temizlenmiş hissetmedim kendimi. En çok tiyatro oyunuma üzüldüm çünkü bir daha asla yazamayacağımı biliyordum. Gerçekten de öyle oldu, her satırı aklımda olmasına rağmen, hiç zaman oyunu bitiremedim.

Oyun doğuştan gölgesi olmayan bir kız ve gölgesini kaybetmiş eski bir savaş suçlusu hakkındaydı. Bir gazete ilanıyla başlıyordu oyun; "tam gün çalışacak bir gölge aranıyor." Kız gazetede gördüğü bu ilan üzerine adamın yanında işe girer ve 24 saat adamın gölgesi olarak onun peşinden dolaşır. Adam ve kızın girdiği absürd diyaloglar, adamın itiraflarıyla birbirinin içine geçer. En sonunda adam kıza hastalıklı bir biçimde aşık olur. Gölgesine tecavüzü, kızın yalnızlığıyla pekişir, olaylar gelişir.

En zorlanarak yazdığım sahne tecavüz sahnesinden sonraki ilk sahneydi. Sabaha karşı kız yerde yatıyordu. Aklını yitirmiş, yalnız bir biçimde. Hayatında tek bir kez yalnız hissetmediği an tecavüz sahnesinden bir önceki andı çünkü. Güvendiği andan tam bir sonraki an. General her ne kadar savaş suçlusu da olsa, itiraf etmiştir pişman olduğunu. Kız ilk defa adamın yüzüne bakmıştır ve...

İşin en kötü yanı kız suçlayamaz adamı. Bu onun doğasıdır. Bazı insanlar zalim doğar, yapacak bir şey yoktur. Sadece acır adama. Bu tecavüz ne kadar yalnız olduğunu tekrar hatırlatır kıza. Sahne çok uzun süre hareketsiz olarak başlar ve devam eder. Kızın kendine sarılmasıyla sonlanır.

Güven, ister "öz"den, ister bir başkasından çıksın, çok kırılgan. Yalnızlıkla doğru orantılı yapılandığından birine güveninizi yitirdiğinizde ilk hissettiğiniz duygu yalnızlıktır. Güven kırıldığında bütün dünyada bir başınıza çırılçıplak bulursunuz kendinizi. Yapayalnız olmak değil, yapayalnız bırakılmaktır en kötüsü.

Utanırız. Sınıfa yeni gelmiş öğrencinin yalnızlığıdır o çünkü.
Utandırır.

Birinin eline kalbinizi koyarken, onun yalnızlığını unutmadan,
utandırmadan...

14 Nisan 2011 Perşembe

kapı

dışarıdaki havaya inat içimde yaprak bile kıpırdamıyor. sakinim, hatta biraz fazla sakin. tehlikeli bir bekleyiş gibi sakinliğim. sanki her an penceremin dışındaki hava gibi esip yağmaya başlayabilirim.
sanmıyorum.

seni nelerin beklediğini bilemediğinde içindeki sıkıntıdan söz edersin, benim içimde sıkıntı da yok. sadece sakinim.

sukunet otuzumdan sonra öğrendiğim bir erdem. öfkeli, kapıları hiç düşünmeden çarpıp giden ben orta yaşıma yakın, o kapıların sessizce kapanabileceğini de öğrendim. kapıyı çarpmaktaki amaç karşındaki insanı kapıyı çarptığında çıkardığı sesle ürkütmekti sanırım. irkilip bir kendine gelsin, iyice anlasın diye. ama sessizce kapattığınızda kapıyı, o minicik "klik" sesi daha bir korkutucu oluyormuş. öyle gidenlerden daha çok yandı canım.

amaç zaten can yakmak değil. amaç gitmek, bir kapıyı kapatmak veya aslanlar gibi durmak da olsa, bunu sessizce yapabilmek. içimizdeki o uçsuz bucaksız tarlayı öfkenin har ateşiyle yakmamak için.

sükut altın mı bilemiyorum, o tür değerler yok benim hayatımda. çoğu zaman söyleyecek çok da fazla sözüm olmadığından susuyorum. herkesi kendi doğasında eşsiz kabul ettiğimden, heykeltraş gibi o insanın orasını, bu insanın şurasını törpülemeye kalkışmıyorum. kendi köşelerimden ne kadar memnunsam, insanların virajlarının keskinliği de beni bir o kadar ilgilendirmiyor. sadece o virajlara girerken uçuruma yuvarlanmayacak kadar dikkatli olmak ilgilendiğim şey. aklımla izliyorum o yolu, sakin olmak gerekiyor o virajları alırken.

giderek daha iyi bir sürücü oluyorum. ama uzak gemi kaptanlığından daha zormuş uzun yol şoförlüğü.

6 Nisan 2011 Çarşamba

ütopyalar güzeldir



Tamam olmakta zorlanıyorum. Sıkıntılıyım. Havaya yorasım var her şeyi, herkes gibi. Belki de günışığı biraz daha girse derimin altından hücrelerime, daha bir kolay çözeceğim zihnimdeki düğümleri.
Hep bir problem çözerken buluyorum kendimi.
Halbuki ben, bir plaj iskemlesine oturmuş kafamdaki beyaz hasır şapkamı güneş saatine göre ayarlarken, şile bezi eteğimin altından kasıklarıma doğru ilerleyen muzip bir rüzgarın peşindeyim.

Birilerinin gerçekleri, birilerinin aynasında sadece birer
ütopya.

Bir vapur dumanıyla geleceklerin yolunu gözlemekteyim. Hepimiz için.

Bugün beklediklerimiz gelsin, belki de havadandır garanti olsun, biraz daha günışığı alalım, hayal kutumuzu tekrar kuralım
ve unutalım.

Herşeyi yeniden öğrenelim. Öğrenirken bir önceki öğrendiklerimizden hatırladıklarımız
yani ütopyalarımız
bu sefer gerçeğimiz olabilir.

olsun.
lütfen.