14 Nisan 2011 Perşembe

kapı

dışarıdaki havaya inat içimde yaprak bile kıpırdamıyor. sakinim, hatta biraz fazla sakin. tehlikeli bir bekleyiş gibi sakinliğim. sanki her an penceremin dışındaki hava gibi esip yağmaya başlayabilirim.
sanmıyorum.

seni nelerin beklediğini bilemediğinde içindeki sıkıntıdan söz edersin, benim içimde sıkıntı da yok. sadece sakinim.

sukunet otuzumdan sonra öğrendiğim bir erdem. öfkeli, kapıları hiç düşünmeden çarpıp giden ben orta yaşıma yakın, o kapıların sessizce kapanabileceğini de öğrendim. kapıyı çarpmaktaki amaç karşındaki insanı kapıyı çarptığında çıkardığı sesle ürkütmekti sanırım. irkilip bir kendine gelsin, iyice anlasın diye. ama sessizce kapattığınızda kapıyı, o minicik "klik" sesi daha bir korkutucu oluyormuş. öyle gidenlerden daha çok yandı canım.

amaç zaten can yakmak değil. amaç gitmek, bir kapıyı kapatmak veya aslanlar gibi durmak da olsa, bunu sessizce yapabilmek. içimizdeki o uçsuz bucaksız tarlayı öfkenin har ateşiyle yakmamak için.

sükut altın mı bilemiyorum, o tür değerler yok benim hayatımda. çoğu zaman söyleyecek çok da fazla sözüm olmadığından susuyorum. herkesi kendi doğasında eşsiz kabul ettiğimden, heykeltraş gibi o insanın orasını, bu insanın şurasını törpülemeye kalkışmıyorum. kendi köşelerimden ne kadar memnunsam, insanların virajlarının keskinliği de beni bir o kadar ilgilendirmiyor. sadece o virajlara girerken uçuruma yuvarlanmayacak kadar dikkatli olmak ilgilendiğim şey. aklımla izliyorum o yolu, sakin olmak gerekiyor o virajları alırken.

giderek daha iyi bir sürücü oluyorum. ama uzak gemi kaptanlığından daha zormuş uzun yol şoförlüğü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder