5 Mart 2023 Pazar

kapıda

 Dans eder misin diye sordu 

ederim dedim

Bayılırım dans etmeyi seven kızlara dedi.

kafamın içinde dans eden Hawaii etekli  on iki kızı 

gözümü kırpmadan kurşuna dizdim.

işlemediğim cinayetlerin özrünü dileyip

izin istedim.


İstediğin her sayfaya yazabilirsin dedi

cüretkar bir davetti

kollarına baktım

kalemin sivri ucu avucumda kıpırdadı.

işlemediğim cinayetlerin özrünü dileyip

izin istedim.


O tenimi sevdi

Ben göğüs kafesinin içindekini istedim

atmıyor kimseye dedi

dudaklarımı dudaklarına koyup içine doğru bağırdım

kıpırdamadı.

işlemediğim cinayetlerin özrünü dileyip

izin istedim

masada

 ikimiz de dinleyeceksek

sessizlik ceviz bir masa gibi aramızda duracak. 

masanın bir tarafında ben 

boşluğa bağdaş kurmuş otururken, 

tüm dilini yutmuşlarla birlikte yere bakacağım. 

masanın diğer

tarafında sen, 

rabıtanın arasına düşen sözcüklerin akıbetini 

dile gelmiş tahtakurularına soracaksın. 

bundan böyle 

altın oranda duran bir sessizlikte anlaşacağız seninle.

On Bin Adım

cennete sadece on bin an kalmıştı

eğer kalsaydı, içimizdeki dönme dolap giderek yavaşlayacak

şimdiki kadar midemiz bulanmayacaktı


cennete sadece on bin an kalmıştı

biraz daha dursaydı, yemin ederim çok güzel bir şarkı bulacaktım 

ona söylemek için

ve arabanın radyosu en sevdiği şarkıyı nihayet çalacaktı.


parası önceden ödenmiş otel odalarının sessizliği var şimdi

kalkıp gidilemeyen yerlere dalıp giden insanların

kahve içmeden çalışmayan zihinlerin uyuşukluğu var üzerimde.


gözüm kapalı haritada herhangi bir yere parmağımı basıyorum  

kimsenin görmediği bir rüyanın içinde gözlerimi açmadan

on binden geri sayıyorum

nihayet unutuyorum.

28 Haziran 2014 Cumartesi

1/2

Kalın duvarlar
Unutmayan kadınlar
Unutamayan adamlar
İzinsiz, duzensiz iliskiler
Gizli sokul sevismeler
Paranoya!
Aşk sanılan sandık ici kokular,
Korkular
Sevsin diye kapatılan müzikler
Sevmesin diye kaçılan odalar 
Odadaki duvarlar
Gidilecekken vazgeçilen evler
Evdeki kedi
Kedideki hasret
Kimsede yok

22 Ocak 2014 Çarşamba

anahtar


tek kelime ile tekrar görünür 
olacaksın
aldığın derin bir nefesle
toplu gömeceksin 
içindekileri
çünkü;
"kimsesiz ölüleri
toplu gömerler"

elinde unutkan bir deniz feneri 
geriye doğru her unutuşunda 
bir adım daha yaklaşacaksın
kendi boşluğuna
gün doğumuna kadar

bazen içinde insan barındıramaz aşk
ve 
tekrar edemez kendini

anahtarlarını yuttuğumuz kapıların 
kilitleri
bu yüzden ıstırabımız
bu yüzden 
karnımızdan kalbimize doğru yürüyen 
iltihabımız

4 Aralık 2013 Çarşamba

ç i v i

yeni çarşaflar seriyorum yatağa
ayaklarımı sağlamlaştırıyorum çivilerle 
aritmetikle çözülen hayatın
bendeki anlamını yeni bir formülle
tekrar deniyorum 
iki kolumun açıklığı kadar yaşayabilirim
ancak bir film karesini sevebilirim
sen sevebildin mi kareni? 
kocaman bir adım daha kalmışken
bazıları döner
bazıları sessizce fısıldar
bazıları avazlanır 
ben kendimi çiviliyorum yatağıma
ensemdeki delik büyüyor
kapkara üzüm tanesine başımı yaslayıp ağlıyorum
ve
çam balı kokuyor her yer
odanın parkelerinde gözüm
kocaman bir göz avucumun içindeki 
bütün duvarları gösteren ayna avucumdaki Fatima
yeni bir formül arıyorum
çöldeki kurbağanın mesanesinde yaşam 
yeni bir formül arıyorum
göz giderek büyüyor
vardığım yer siliniyor
başladığı yere geri dönüyor her şey
ve
çam balı kokuyor her yer

yeni bir formül deniyorum
geri dönüyorum

6 Haziran 2013 Perşembe

ölen ben, öldüren benden

bugün 10. gün. yorgunuz. garip bir şekilde 10 gün önce ne yaptığımızı, ne konuştuğumuzu, nasıl yaşadığımızı hiç hatırlamıyorum. konuşulan sadece yanan Ankara, gözaltına alınan İzmir, köşeye sıkıştırılan Rize ve binlerce insanıyla Gezi Parkı.

herkes dayan diyor, herkes diren diyor birbirine.

arada unutuyorum; "ne içindi bütün bunlar?" çünkü çok hızlı büyüdü, başka bir şeye dönüştü bütün bu direniş. sonra hatırlıyorum.. "hah! tamam ağaçlar" gezinin yaşlı ağaçları. o yüzdendi..

arada gidiyor kafam, hiç sakin olamıyorum, duramıyorum. artık korkmuyorum da. ilk başlarda ölüyordum korkudan, sonra geçti. lobna korkutmuştu beni, yani ona olanlar. çünkü o sabah işe gitmek zorunda olmasaydım büyük ihtimal onun yanında oturacaktım. insan gider hep de en yakın gördüğünün yanına çöker ya, güç alsın diye. sonra pişman oluyorum bu söylediğime, "keşke kalsaydım, keşke yanında olsaydım. belki daha hızlı yetiştirirdim hastaneye."

lobna'yı ilk gördüğümde; -internetteki videosunu diyorum- başka birini seyrediyorum sandım. saatler sonra onun benim tanıdığım insan olduğunu anladım.

o fotograf hep hafızamda kalacak.

şimdi başka şeylerden korkuyorum. insanlar yorgun. moralleri yüksek ama yorgunlar. günlerdir evine gitmemiş insanlar var. hepimiz günde 3 saatten fazla uyumuyoruz. ve herkes yanımızda olsun istiyoruz. böyle bir şey olmayacak ama bu da bizi kırmayacak. hükümet bu direnişi bütün muhalefet partilerine teker teker hediye etmek istedi ama kimse bu hediyeyi kabul etmedi. kimse "evet biz destekledik" demedi. herkes bu bir sivil direniş diye bağırıp durdu. yani bireysel olarak direniyoruz. tekten tüme varımla. yani kocaman bir birey var ülkede. dev gibi.o zaman bize evinden destek veren ya da olaylar biraz yatışınca dışarı çıkmaya cesaret eden, desteklemeyen, pasif kalan herkese selam çakıyor olmamız gerekir. kim nerden nemalanıyor bunu araştırmak yerine, kendimize ve o yarattığımız güce güvenip bunları hiç düşünmüyor olmamız gerekir. çünkü bundan nemalanacak buna cesaret edecek kimse yok. buna izin verilmeyeceğini muhalefet gördü, herkes de görür bence.

içimden hep "iyi şeyler olacak" diye tekrarlıyorum ama gönlümün almadığını kafam hiç almaz benim. olanları kaldırmıyor ne midem, ne kalbim ne de kafam. polisi sanki yurtdışından ithal etmişsin gibi, o kadar acımasız, o kadar sinsi. bütün taktikleri öğreniyoruz, Çarşı yardım ediyor, Çarşı, Gezi'nin abisi. kocaman kalpli, hafif atarlı, komik abisi. herkes onlara güveniyor.

ne kadar fazla şey yüklendik hepimiz.

hiç olmaz dediğimiz şeyler olmaya başladığında yani mesela müzisyenler birer combat'a dönüştüğünde, en sakin insanların öfkesini duymaya, koklamaya başladığınızda bir tırsma geliyor. ezberin bozulurken elin ayağın da boşalıyor. sonra kendiliğinden çöp toplayan, yemek dağıtan, her şeyini paylaşan insanların arasında bir harikalar dünyasının içinde olduğunu görüyorsun. "bu gaz bir harika dostum" diyerek gülümsüyorsun, tırsman da geçiyor. fakat şimdi ne direnişten önceki hayatım ne de bu süreç gerçek gelmiyor bana.

ve;
türk polisi, türk vatandaşlarının üzerine zehir sıkıyor, hala! böcek gibi.

eylem hakkını kullanan silahsız halkına saldırtılan, günlerdir aç bırakılmış kaplanlar gibi üzerimize salınan polis, taksim, kızılay,gündoğan,hatay, ve bir çok meydanı gladyatör arenasına çeviren biri var. halkını meydana toplayıp üzerine gaz bombaları yağdırtan biri var.

başımızda bir başkan değil bir deli var!

ama öyle bir birleştirdi ki bizi, sağolsun, var olsun. adam evine giren karasineğe böcek ilacı sıkamaz oldu. kendi yedi çünkü o böcek ilaçlarını. "boşver" diyor "vız vız der gider."

iyi kalpli devlere dönüştük hepimiz.

silahsız siviller olarak;
ağaçları koruyoruz. yaşam hakkımızı, özgürlüklerimizi koruyoruz. bunun için ölüyoruz, öldürülüyoruz. çok üzülüyorum, aklım almıyor dediğim şey Çarşı'nın dediğiyle aynı.
çünkü
"ölen ben, öldüren benden."

var mı daha kötüsü?