12 Haziran 2012 Salı

simya


Aşk tinsel bir hastalıktır,
Üstelik bulaşıcıdır!

Hem öyle sadece insandan insana bulaşmaz, seyrettiğiniz bir filmden, okuduğunuz bir kitaptan, en yakın arkadaşınızın yaşadığı ilişkiden bile bulaşabilir. Müziği bunun içine şu aşamada katamıyorum; çünkü müzik, aşk denilen o şey size bulaştıktan sonra acınızı azaltsın veya isteğe göre çoğaltsın diye başvurulan ve  nadiren işe yarayan bir çözüm oluyor.

Kimyanın hormonlara uyguladığı zalim düzen bir yana, insanın başına gelebilecek en korkunç, en güzel, en karmaşık şey aşk. Nasıl, neden ve ne ara olduğu hala tam olarak çözülemediği için yüzyıllardır üzerine en çok kafa yorulan, kitap yazılan konu özelliğine sahip. İlk görüşte olanından, zamana yayılarak olanına kadar türlü türlü hali mevcut.

"Altı üstü omuzuma konan bir öpücüktü. Eve geldim, dişlerimi fırçalarken iyiydim. Yatağa yattığımda omuzumda kalan öpücükle ilgili hiç bir şey düşünmeden kütük gibi uyuyakaldım. Sabah gözümü açtığımda ilk aklıma gelen o andı. Tertemiz, dingin zihnime atılan küçük bir taş kafamı bulandırdı, midemdeki zırıltının açlıktan olmadığını birkaç saniye içinde  anladım. Evet, bir rüya süresinde aşık oldum, güne yaydım. Ve her aşk gibi o da acı dolu, deli dolu, hiç ölmeyecekmiş, hiç bitmeyecekmiş gibi yaşandı; 'Bunu kendime bir daha asla!' sözleriyle de bitti."

Aşkın en yakın durduğu kavram ölümsüzlük sanırım. Sonsuza kadar sürecekmiş gibi yaşanan en kısa şey aşk, tıpkı hayat gibi. Zamanı yok eden elleri var aşkın. Ayarı bozuk bir saat gibi geriye doğru işliyor, var olanı yavaşlatıyor. Galiba bu yüzden hep geriye doğru unutuyor insan her aşkı. Sıfır noktasında ise yine bir sabah uyanıyorsunuz ve bir de bakıyorsunuz, midenizdeki zırıltı bu sefer sadece açlıktan kaynaklanıyor.

Rotterdam'da yaşayan yakın bir arkadaşım şu sıralar içinde bulunduğu gönül çelişkisini anlatırken; "Her zaman böyle olur benim hayatımda. Önce bir taraf aşık olur. Ya ben, ya karşımdaki. Eş zamanlı bir aşk yok benim için" dedi. Aslında o ortak "an" derinizden geçmişse, hastalık iki tarafa da bulaşmış demektir. Sadece duygusal bağışıklık hastalığın ne kadar sürede yayılacağını belirleyecek olandır.

Aşk iki tarafa da güzelce bulaştıktan sonra Lale Müldür'ün dediği oluyor hep;

"boynumda yağmurdan bir kolye
ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde"

Neden acıyla var oluyoruz aşkın içinde? Neden hep o ıslak taşlara oturup oturup hasta ediyoruz kendimizi?

Aşk, aklın kalple oynadığı en sert oyun. Tamamen tekil olması ve bu yüzden hiç de tekin olmaması, yaşanan durumun objektif olarak değerlendirilememesi sonucunda bir yanlış anlaşılma, yanlış anlama hali.

Şöyle bir not almışım konu hakkında bir ara;

"bir avuç toprak bir bardak su veriyorlar eline. ne tohum, ne de fidan... suyun toprağa simyasına fal açıp, bekliyorsun. gördüğün bir rüya, hatırladığın bir koku, tanıdık bir kelime. herhangi bir şey... hiç beklemediğin bir anda oluveriyor, oluveriyorsun. nefis."

Hiç beklemediğin anda aniden bütün benliğini saran şey sana acı verir. Aşık olmanın çıkmaz sokağı ise bu acıdan mutlu olmak. Konu hakkında yazan bütün kitaplar, şiirler, şarkısözleri bunun altını çizer. O çıkmaz sokaktan ne arkanı dönüp çıkabilirsin, ne de oradan bir ev satın alabilirsin. Duvarın köşesine bağdaş kurup bakakalırsın gökyüzüne.

"Yaşlı gözlerim var
Gülümseyen ağzıma inat.
Ne güzel...(sin)"

Gecenin sabaha varmasına birkaç saat kalmış,İstiklal Caddesi'nde yürüyoruz. "Aşk nereye bağlanıyor peki?" diye soruyor yanımdaki. "Bilmiyorum" diyorum. Seneler geçtikçe başka bir şeye dönüşüyor aşk. O dönüştüğü hali sevebiliyorsan, devam ediyorsun. Dudaklarına konan öpücük ateş tadında değil belki ama aşk bitince bitmeyen adamlar/kadınlar var. Sanırım aşkı hayatına yayabiliyorsan, her an ölecekmiş gibi yaşayabiliyorsan onunla, -ölememeye inat- aşkı eskitebiliyorsan ve hala ekisi gibi üzerine uyuyorsa, en önemlisi aşk bitiyor ama "o" kalıyorsa yanında, kalmasına izin veriyorsan, güzel bir sabaha bağlanıyor aşk.

Birbirinize vitaminler, moraller verip, içinizdeki şeytanlara zülfikarlarla saldırıyorsanız, iyileşiyorsunuz demektir.

Kalın orada, son nefesinize kadar.
Ölünüyor çünkü.

1 yorum:

  1. "aşk;
    nefessiz kalmaktır..

    sonra onun nefesini içine çekmektir" yazmışım bir ara.

    Sonra:
    "büyüsü gittikçe yok olan, acısı gittikçe çoğalandır.
    aşk biter, yanar her yerin, sonra acıya acıya, kabuklarını soya soya iyileşirsin. izler kalır. bir sen bilirsin." yazmışım.

    paulo coelho, "on bir dakika" isimli kitabında hayatın cimriliğinden bahsediyor. insanın yeni bir duygu yaşamadan aylar, yıllar geçirebildiğinden ve sonra bir gün o boşluğuna devasa bir çığın düştüğünden bahsediyor.

    sonrasında kurduğu cümle, bence aşk'ı yakalıyor:

    "bir an hiçbir şeyiniz yoktur, bir sonraki an, kabul edebileceğinizden fazlasına sahipsinizdir."

    çok şeyler yazasım, oturup tatlı tatlı konuşasım, arkadaşın olasım geldi.

    iç'in ne kadar açıkmış ya..

    yazıların için teşekkürler.

    YanıtlaSil