24 Eylül 2011 Cumartesi

anlıyor musun?



dışarıda milyonlarca ses; insanlar konuşuyor, insanlar kavga ediyor, insanlar tartışıyor, insanlar savaşıyor, insanlar hapis yatıyor. Insanlar harcıyor, ellerinde ne var ne yoksa, her şeyi. hızlı hareket ediyor, hızlı yiyor, hızlıca sevişiyorlar.

insanlar artık yaşlanmıyorlar bile.

içe giden yol daha karanlık, hissediyorlar. kolu kanadı kırık, yüzlerinde yaşadıkları varsayılan hayatın özeti olduğu halde, vakit varken biraz daha kendiyle tanışık, biraz daha kendiyle barışık olmaktan korkuyorlar.

korkunun kokusu, insanı –da- vahşileştirir. varolunan dairenin içinde vahşet korkunun kölesi. 

sen hiç insan eti yiyen başka bir insan gördün mü?
her gün olan şey.

dairenin dışında işler daha da zor. Içe doğru yansıyan bir yüz. Su karanlık, zihnin ışığı çoğu zaman yetmiyor. Kalbin her atışıyla irkilen bir "Ben." burası sessiz, burası sakin, burası serin. her attığın ilmek geçmişine işliyor, nakış gibi.

Ego kırılgan bir mücevher kutusu dairenin dışında. Misafir edebileceğin “önemli” birileri yok. Sonsuz aynaya bakmaya cesaret ettiğinde sen dahil kimsenin önemi olmadığını görebiliyorsun. ölmeden yaşamak, yaşamadan ölmek endişelerinin bir adım ötesinde, hayatın sadece kendi yaratıların olduğunu bilip, yine de o hayatın tanrısı ol(a)mıyorsun.

Mükkemmel bir kaza ile doğduğumuz, şans eseri burada olduğumuz ya da -daha kötüsü- düz beyaz bir alanda öylece durduğumuzu,

yeryüzünün, pekala herhangi bir noel ağacının üzerindeki süs olduğunu

ve evrenin de bir ötesi olduğunu

anlıyor musun?
-- 
D.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder